Her milletin kendini dünyada var etme gayesiyle ortaya koyduğu büyük hedefleri vardır. Kimi bu hedefe “megali idea” der, kimi “mefkûre”, kimi ise “medeniyet tasavvuru”. Lâkin öz birdir: Varlığını anlamlı kılmak, zamanın ve mekânın tanıklığında bir iz, bir yön, bir amaç belirlemek… İşte bu sebeple bu tür hedeflere “büyük ideal” denir. Çünkü büyük ideal, yalnızca bir hedef değil; bir milletin ruhunu taşıyan istikamet pusulasıdır.
Bir milletin varlığı önce fizikî bir zemine, yani bir vatana yaslanır. Ayak toprağa değmeden ideal göğe yükselemez. Ne var ki, toprağın kendisi yeterli değildir. Ona “vatan” demek için üzerinde bir ruh ve mana bulunmalıdır. Toprak varsa ama o toprak “vatan” değilse, elinizde sadece bir kadastro paftası kalır. Yani önce fizik, ardından metafizik gelir.Nihayi olarak; metafizik olmadan fiziğin de bir anlamı yoktur. Toprağı vatan yapan; üzerinde dökülen kan değil, o kanla yoğrulan inançtır, niyettir, hedeflerdir. Metafiziksiz toprak cesettir.
Vatan, toprağın ruhla birleştiği yerdir. Ruhsuz beden nasıl ki ceset hükmündeyse, metafizikten yoksun coğrafya da mezarlık olur. O halde vatan, fiziki bir mekân değil, bir anlam dokusu, bir zaman bilinci ve bir gelecek tahayyülünün buluşma noktasıdır. Bu yüzden milletler, yalnızca sınır çizerek değil; sınırların ötesine anlam çizerek yaşarlar.
Bugün Türkiye’ye bakalım.Bizim bir mega idealimiz,büyük idealimiz var mı.? Peki bizi kuşatan ülkelerin bir mega edeali var mı? Başımızı kaldırıp baktığımızda adeta bir mega idealler kuşatması altında olduğumuzu görürüz.İşin daha da vahim tarafı bu yalnız coğrafi bir çevreleme değil; tarihî, kültürel ve hatta teolojik kuşatmadır…
Bugün Türkiye’nin çevresine baktığımızda, yalnızca devletlerin değil; aynı zamanda “ideallerin savaşı”nın ortasında kaldığımızı görmek zor değil. Bu devletlerin fiziki hamlelerinden önce, zihni ve tarihî hamlelerine bakmak gerekir. Her biri, kendi tarihsel hafızasından devşirdikleri mega idealler doğrultusunda hareket etmektedir. Türkiye, bu tarihî hafıza coğrafyasının tam merkezinde, tam kalbinde, hatta tam hedefindedir.
Batımızda Yunanistan’ın megali idea adlı büyük ülküsü var: İstanbul merkezli bir Bizans-Helen imparatorluğu kurmak.Bu nedenle, Yunan meclislerinde hâlâ İstanbul için konuşmalar yapılmakta, haritalar çizilmektedir.Asleri eğitimde bize hakeret eden marşlar söylenmekte. Tüm bunları medyadan okuyoruz, görüyoruz. Ege’den Trakya’ya, Batı Anadolu’dan İstanbul’a kadar bir yayılma arzusu, sadece siyasi değil, aynı zamanda dini yönü olan da bir iddiadır. Bu hedef ne bir hayal ne de nostalji; tam teşkilatlı bir rövanş alma planıdır.
Doğumuzda Ermenistan, kadim “Büyük Ermenistan” idealiyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu içine alan bir projeyi beslemekte. Hedef, II. Dikran döneminine özenen, Hazar’dan Akdeniz’e uzanan bir hayal… Lakin bu hayalin coğrafyası bizim yurdumuzdur. Onların düşsel haritası bizim gerçek vatanımızdır.
Kuzey’de ise Rusya’nın “sıcak denizlere inme” arzusu, Deli Petro’dan bu yana canlıdır. Karadeniz havzası, Doğu Anadolu ve hatta İstanbul Boğazı, bu idealin stratejik sacayaklarıdır.
Güneyimizde İsrail… Yahudi ulus-devletinin teolojik temelleri, bu mega ideal üzerine kuruludur. Ve onun Ahd-i Atîk’ten bugüne gelen Arz-ı Mev’ûd ideali. Siyonizmin sekülerleştirdiği bu hedef, yalnızca Filistin değil, Mezopotamya’ya ve Türkiye’nin bazı bölgelerine kadar genişletilmiş bir “kutsal imparatorluk” tasavvurudur. İsrail’in “Arz-ı Mev‘ûd” ideali, Tevrat’tan neşet eden ama Siyonist politikalarla sekülerleştirilen bir vaat edilmiş toprak inşasıdır. Filistin, Ürdün, Suriye’nin bir kısmı, Irak’ın kuzeyi ve Türkiye’nin Güneydoğusu dahil edilerek hayal edilen bu proje, sadece coğrafi değil, kutsal ve kehanetsel bir tahayyül üzerindedir. Bu düşünce sadece silahla değil, finansla, eğitimle, medya ve kültür yoluyla da örülmektedir.
İşte bu noktada Türkiye’nin de kendine has bir mega ideali olmak zorundadır.
Bu milletin tarihi misyonu ‘durma’ değil, bir ‘yürüme’ yürüme üzerine kuruludur.. Tarih boyunca savunarak değil, yürüyerek yaşadı.
Şimdi soru şudur:
Tüm komşuları bu denli proaktif bir tarih mühendisliğiyle kendi mega ideallerini inşa ederken, Türkiye neden edilgen bir pozisyonda kalsın?
Daha da açık soralım: Bir millet sadece savunarak, sadece bekleyerek, sadece tepki vererek tarih yapabilir mi?
Hayır.
Çünkü savunmak, yaşatır ama insan gibi yaşamak değildir. Tepki vermek hayatta kalmaktır ama var olmak değil. Beklemek, kaderi başkalarının eliyle çizilenlerin tutumudur. Oysa bu milletin karakteri “durmak” değil, “yürümek”tir. Biz yürüdükçe millet olduk, yürüdükçe medeniyet olduk, yürüdükçe ümmetin umudu olduk.
Türkiye sadece savunarak varlığını sürdüremez. Çünkü bir milletin savunması, onun ideali kadar güçlüdür. Büyük ideali olmayanın büyük sınırı olmaz. Hedefi olmayanın haritası da olmaz. Savunma, tek başına bir varlık biçimi değildir.
Savunma, yerinde duranın son silahıdır.
Yürümekse, tarih yapanların ilk adımıdır.
Ve biz, bu adımı atmak zorundayız.
O halde Türkiye’nin mega ideali ne olmalıdır?
Muhammed Şamil Gençosmanoğlu
GÜNCEL
01 Temmuz 2025EĞİTİM
01 Temmuz 2025EĞİTİM
01 Temmuz 2025GÜNCEL
01 Temmuz 2025GÜNCEL
01 Temmuz 2025GÜNCEL
01 Temmuz 2025GÜNCEL
01 Temmuz 2025