İKLİM KANUNU !
İklim Kanunu ve Zihinsel Hava Kirliliği: Bilimsel Aklın Gölgesinde Bir Tartışma
3 Temmuz 2025 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nden geçen “İklim Kanunu”, sadece bir yasa değil, aynı zamanda toplumun zihinsel iklimini de görünür kılan bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Meclis salonunda başlayan müzakere, sosyal medya platformlarında adeta bir ideolojik savrulmaya dönüştü. Bu tartışmada ne yazık ki hakikatin değil; körleşmiş sadakatlerin, bilimsel değil popülist argümanların, sorumluluk değil sloganların sesi daha çok çıktı.
Bu yasa, Türkiye’de ilk defa iklimle ilgili kapsamlı bir yasal çerçeve sunuyor. Ancak yasayı destekleyenler de, karşı çıkanlar da büyük ölçüde neyi desteklediklerinin ya da neye karşı çıktıklarının tam anlamıyla farkında değil. Siyasi saikler, bilimsel verilerin ve teknik değerlendirmelerin önüne geçmiş durumda. Oysa mesele, ne sadece bir çevre hassasiyetidir ne de yalnızca bir ekonomik maliyet meselesi. Bu, aynı zamanda bir kavramsal berraklık meselesidir.
İklim Değişikliği mi, İklim Krizi mi?
Her şeyden önce, “iklim değişikliği” kavramı meselenin ciddiyetini gölgelemekte. Değişim, doğanın olağan akışına işaret ederken; bugün yaşadığımız durum olağan değil, anormaldir. Bir yerde iklim değişikliğinden bahsetmek için çok uzun yılların geçmesi gerekmektedir. Öyle 10-15 yıllık bir iklimsel farklılıklar iklim değişikliği değildir. Bunun adını iklim değişikliği diye koymak çok erken bir tanımlamadır. Bugün iklim değişmiyor; ama bir iklim krizine sürükleniyor dünya. Eğer biz problemi yanlış adlandırırsak, çözüm yollarını da yanlış belirleriz. Kavramı doğru koymayanın, politikası da eksik kalır; çünkü yanlış tanım, yanlış tedavi demektir. Ortada ciddi bir iklim krizi var; bu yadsınamaz bir gerçek. Peki, bu iklim krizi iklim değişimine döner mi? Bu zamanla anlaşılacak.
Komplo Teorileri ve Bilim Dışı Yargılar !
İklim Kanunu’na karşı çıkan bazı çevrelerin öne sürdüğü argümanlara baktığımızda, “ineklerin öldürüleceği”, “et yemenin yasaklanacağı”, “balkonda domates yetiştirmenin suç olacağı”, “ata tohumunun yasaklanacağı” gibi mesnetsiz iddialar dikkat çekiyor. Bunlar bilimsel bir tartışmanın değil, panik ve paranoya üzerinden yürütülen bir söylemin ürünüdür. Bunlar komplo teorileridir. Bu iddialar, toplumda rasyonel kaygılar uyandırmak yerine, hakikatin üzerini örten gürültülere dönüşmektedir. Halbuki bu yasanın tartışılmasını, bilimsel anlamda zenginleştirilmesini, benim gibi bilimsel düşünen insanlar da istedi. “Hadi hemen çıksın, bir an evvel yürürlüğe girsin” derdinde değildi. Ama mesnetsiz karşı tutum alanlar yüzünden olayın bilimsel çerçeveden tartışılmadan mevcut hâliyle kabul edilmek zorunda kalındı. Doğruya yakın bir gerçek ancak bu kadar yanlış hâle getirilebilir…
Ali Şeriati’nin isabetli tespitiyle:
“Bir hakikati yok etmek istiyorsan, ona ‘iyi’ saldırma; onu ‘kötü’ savun.”
Bugün birçok insan, iklim krizini değil, bu kötü savunanların yüzünden mecburen iklim değişikliği tezini kabul eden pozisyonu alıyor. Bu da gösteriyor ki, toplumda bilgi değil, imaj üzerinden karar veriliyor. Oysa mesele, salt "karşı çıkmak" veya "desteklemek" değil; bilimsel zeminde değerlendirmektir.